12 Kasım'da 1999 Düzce depreminin yıl dönümünde, ülke olarak depremlerin yıkıcı gücünü hatırlatmak maksadıyla, AFAD'ın bünyesinde bir deprem tatbikatı yapıldı. Elbette ki deprem konusunda yapılan her türlü hatırlatmayı çok önemsediğimi belirterek yazıma başlamak istiyorum.
Üzülerek söylüyorum seçim öncesi bu konu kimsenin işine gelmiyor maalesef… İktidar 20 yıldır konuyu halen çözemediği için ana muhalefet de İBB kendilerinde olduğu halde halen problemi çözecek net bir sonuca ulaşamadığı için yok sayıyor bu önemli afeti.
Deprem olduğunda yıkılacak eski tip binaların dönüşümünün tamamlanması ve yeni yapılan binaların TBDY-2018'e göre maksimum yer ivmesi hesaba katılarak depreme dayanıklı olarak yapılması hayati önem taşımaktadır.
Bu fikir aslında 1999 depreminden sonraki 23 yıl boyunca hep kafamdaydı ancak yazacağım kitabın jeofizik detaylarla dolu bir ders kitabı niteliğinde olmasını istemedim.
Tuhaf bir Alman atasözüdür. Ülkemizde ise denetlenmek, kontrol edilmek karşı tarafa büyük bir hakaret olarak kabul edilir. Her şey ikili ilişkiler ile yürür, ya da tanıdıklar ile oysa hayat bu amatörlüğü kaldırmaz.
Bu gün bu konuyu iki açıdan ele almak istedim. Öncelikle daha dar çerçevede işletmelerde aidiyet duygusu bir türlü oluşmayan yetenekli, iyi eğitim almış personellerin işlerini bırakmalarındaki nedenleri daha sonrada daha büyük ölçekte beyin takımı dediğimiz ülkenin kaderini değiştirebilecek çok zeki ve iyi eğitim almış insanların neden ülkeyi terk ettikleri üzerinde durmak istedim.
Bu gün aslında neden hep iyi hissetmemiz gerektiği üzerine yazmak, hepimizi ilgilendiren önemli bir konuya açıklık getirmek istedim. Öncelikle neden iyi hissetmeliyiz?
Bu gün, tüm siyasi görüş ve önyargılarımdan sıyrılarak sadece sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliğimle yazmak istedim.