Son zamanlarda karşılaştığım, oturup kahve içtiğim, gözlemlediğim, radyodan dinlediğim, yanlı haber yapmadığına inandığım, hiç kimse ülkemizde meydana gelen iyi bir olaydan bahsetmiyordu. Bu nedenle artık deprem, filozoflar, felsefe, yazarlar, edebiyat dünyasından hiçbir konu hakkında, hiçbir yazı yazmamaya karar verdim.
Pazar günü yağmur yağarken, balkonda Umberto Eco'nun Foucault Sarkacı kitabını okuyordum. Bir an için duraksadım. Bir süre sonra onunla sohbet eder gibi okumaya devam ettim.
Dün akşam ana haber bültenini izlediğimde o kadar içim karardı ki bir an için hiçbir şeyin asla değişmeyeceği saçma sapan bir hamster döngüsü içerisinde boşuna canımı sıkıp durduğumu düşündüm…
İstanbul'da yarın deprem olma ihtimali %65-70 aralığında gezinirken AFAD, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kızılay, ilgili yerel belediyeler ve büyük şehir belediye başkanlığının bu konu ile ilgili pek çok senaryo planı var. Ancak bunların tamamı deprem olduktan sonra enkazı kaldırmaya yönelik planlar maalesef.
İnsan hep değişmek ister… Kendini aşmak, belki de Nietzsche gibi üst insan olmak ister ancak hayatının büyük bir kısmı, gündelik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ömrünü kiraya vererek yaptığı tuhaf işlerle, solar.
25 yıl önce bu gün, hayatın olağan akışı içinde sıradan bunaltıcı bir yaz günüydü. Jeofizik Mühendisleri odasının düzenlediği, Kocaeli depreme hazır mı sempozyumu üzerinden bir hafta geçmiş ancak basında 3.sayfa basit bir soygun haberi kadar bile yer bulamamıştı.
Ütopya, Thomas More tarafından yazılan, Yunanca "olmayan yer" sözcüğünden türemiş olan kelime ile aynı ismi taşıyan kitaptır. Kurgusal bir ada devletindeki ideal toplumsal yaşam düzenini konu alır.
25 yıl önceydi, yine böyle sıcakların bunalttığı bir yaz ayında, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, futbolcuların aslında çokta önemli olmayan hayatları, televizyon dizileri ve saçma sapan yarışmalar gibi önemsiz programların her akşam izlendiği enteresan bir dönemden geçiyorduk…