Geçtiğimiz günlerde ülke olarak büyük bir yıkıntı yaşadık. Daha öncesinde ekonomide dertlerimizden biri de piyasalarda bir durgunluk yaşanmasının neden sonuç ilişkileri ve dünyayı ekonomik olarak nasıl etkileyeceği idi. Tabi bu etki ülkemizi de ziyadesiyle ilgilendiriyor hatta etkilemekte.
Türkiye yine büyük bir afete uyandı. Ülkemizi yasa boğan, şu an tam bilinmese de binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yaralandığı ve sakat kaldığı bir yıkım yaşadık. Halkımız tek vücut halinde birlik olarak yardıma koştu.
Bazen ekonomi denince aklımıza hep ülke ekonomisi geliyor. Oysa bu ekonomi çocuk yaşlarda alınan harçlıklarla başlıyor.
Resesyonun bizdeki anlamıyla Durgunluk, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH), istihdam ve ticarette azalma ile karakterize edilen bir ekonomik gerileme dönemidir.
Genellikle bu sorunun öznesi hep memleket olur ama, artık günümüzde dünyanın da gidişatını beğenmeyenler bu soruyu soruyor. "Ne olacak bu dünyanın hali?" Bir taraftan Paris anlaşmaları yapılıyor. Diğer yandan Petrol ve doğal gaz devleri, iklim değişikliğiyle mücadeleyi "baltalayan" projelere 50 milyar dolar yatırım yapıyor. Bu para hiç de küçümsenecek bir miktar değil. Aslında bu parayı dünyayı kurtarmak için harcasak ne şeker olur değil mi?
Mevcut ve gelecekteki risk faktörlerini ve bunların stratejiniz üzerindeki etkilerini daima merak ediyorsunuzdur. Keşke elinizde bir sihirli değnek olsa da yarın olacakları bilebilsek ne güzel olurdu.
Aile yapısı Türkler için çok önemlidir. Toplumu ayakta tutan temel öğelerdendir. Biliyorsunuz ki aile, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden doğmuştur.
Bir yıl daha geçti hayatımızdan. Siz belki gelecek planlarınızı çok önceden yaptınız. Belki de hala bu ekonomi nasıl olacak diye düşünüp planları ertelediniz. Asgari ücretin en asgarisinden belirlendiği ülkemizin gelecek beklentisi nasıl olacak derseniz umut dolu diyebilirim. Zaten umut olmasa nasıl yaşanır bu dünyada. Önümüzdeki yılın bir beklentilerine bakalım bu yazımda.