SON DAKİKA

Necip Fazıl'ın hissettiği yalnızlık duygusu ve biz…

Milenyumdan sonra insanların globalleşen dünya içinde kendilerini nasılda cep telefonu ekranlarına mahkum ederek yalnızlaştıklarını hepimiz maalesef yaşıyoruz. Oysa üstadın yalnızlaşmak için 79 yıllık bir ömre sığdırdığı kendince haklı çok önemli nedenleri vardı…

Üstadın hayatını inceleyecek olursak onun tüm yaşadığı yalnızlığını üç bölümde değerlendirmek sanırım daha doğru olacaktır.

Çocukluk döneminde, ‘Çocuktan daha çocuk 6-7 yaşlarında, yakıcı bir hayal beni her şeyin ötesine sürüklüyor, bana bu dünyayı dar ve bunaltıcı gösteriyordu’ diyen üstad, yaşadığı bunalımın aslında daha küçük yaşlarına kadar indiğini kalabalık ve ilgi dolu bir aile içinde büyümüş olsa da kendini yalnız hissettiğini gösterir.

Bu bireysel bunalım ve yalnızlık halinde etkili olan en önemli neden ise bana göre kız kardeşinin ölümüdür.

Bu olaydan sonra kitapların dünyasına sığınmaya başlamıştır. Küçük yaşlardan itibaren içine işleyen yalnızlık duygusu daha sonrada onun peşini bırakmaz. Bireysel ve melankolik yalnızlığını en çok etkileyen şey ise genç yaşlarında duyduğu varoluşsal kaygılar ve metafizik sorgulamalardır. Sürekli bir arayış içindedir. 1922’de ilk şiir kitabı, Örümcek Ağı’nda yalnızlığını en çarpıcı şekilde şu dizelerle dile getirir:

Duvara bir dizi örümcek gibi,

İnce dertlerimle işledim bir ağ.

Ruhum gün doğunca sönecek gibi,

Şimdiden hayata ediyor veda…

Sonraları ‘Kendimi nesli tükenmiş bir orangutan maymunu kadar yalnız hissediyorum’ diyerek aslında içinde bulunduğu hayatta bir şekilde anlaşılmadığını da dile getirir.

Necip Fazıl’ın şiirlerini göz önünde bulundurarak hayatının ikinci dönemi olarak ayırdığımız süreç , 1937-1970 yılları arasını kapsar.

Üstadının gençlik yıllarındaki arayışının bir neticesi olan bu yıllar, onun hayatında önemli bir yere sahip olan Abdülhakim Arvasi ile tanışmasının etkisini taşır. Hayatında büyük bir değişimin söz konusu olduğu bu yıllarda yeni anlayışla birlikte önüne adeta bambaşka bir hayatın kapıları açılır.

Abdülhakim Arvasi ile her görüştüğünde kendini manevi bir atmosferin içinde biraz daha fazla bulur . Bu durum zamanla onun fikir ve sanat dünyasını etkilemeye başlar ve tasavvufla yakınlaşmış bir mistisizm, şiirlerinde kendisini gösterir.

Ve 1939’da ÇİLE şiirinde, üstad değişimini şöyle anlatacaktır:

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı…

1944 yılında Abdülhakim Arvasi’nin vefatından sonra yine bunalıma giren Necip Fazıl, kendini bir kez daha yalnız hisseder ve tek sığınağı imanı olur.

Üçüncü dönemi ise 1970 yılından ölümüne kadar olan 13 yıl olarak değerlendirebiliriz.

Bu dönemde 1972 yılında kaleme aldığı ‘En Yakın’ şiirinde yalnızlığını şöyle dile getirecekti:

Bütün insanlığı dövsen havanda,

Zerre zerre, herkes yine yalnız.

Boşlukta yol alan uçsuz kervanda,

Her şey tek başına, dağ, taş ve yıldız…

Bu dönemdeki birçok şiirinde olduğu gibi üstad, yaşam ve ölüm arasındaki trajedisini ve ölüm kaygılarını görürüz, ancak bütün bunların bir yalnızlık duygusuyla çerçevelendiği görülür. Burada bir ihtiyar adamın eski davalarını bırakmış, elini dünyadan çekmiş ve ölümü beklediği imajı belirir zihinlerde…

Üstadın şiirlerinde ki kimsesizlik, karamsarlık, sıkıntı ve buhranlar, vehim ve korku, yaşam ve ölüm gibi duygusal problemlerin tümü, şairin hissettiği ve şiirlerine yansıttığı yalnızlık duygusundan kaynaklanır…

Zira ona göre tek gerçek bu dünyaya yalnız gelip, yalnız gidileceğidir.

Sonra gecenin bir vakti denizin zifiri karanlığına bakarak kendime şu soruyu soruyorum, gerçekleri söyleyenler susturulduğunda ya da yalnızlığa mahkum edildiğinde oluşacak her türlü olumsuzluğa karşı, 3 maymunu oynayarak varlığını sürdürenler acaba gece yastığa başlarını koyduklarında gönül rahatlığıyla uyuyabilecekler mi?