SON DAKİKA

Immanuel Kant ve Saf Aklın Eleştirisi

Immanuel Kant 1724 tarihinde doğmuş, Alman felsefesinin kurucu isimlerinden biri olmuş ve felsefe tarihinin kendisinden sonraki dönemini belirleyici olarak etkilemiştir. Eleştirel felsefenin babası olarak kabul edilir.

Konigsberg Üniversitesi Teoloji Fakültesi'nde yüksek öğrenimine başladı. 

Latince, filoloji, matematik, mantık ve teoloji eğitimi aldı.

Eğitimi sırasında Leibniz ve Wolff'tan etkilendi.

Modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak bilgi kuramını ön plana çıkartmıştır. Kant'ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. 

Ona göre bilim yansızdır ve nesneldir.

Saf aklın eleştirisi ise Immanuel Kant'ın 1781'de basılan ve en önemli eserleri arasında kabul edilen kitabıdır. Temel olarak Hume'un, olayların arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğu önermesinin kanıtlanamaz olduğu fikrinden yola çıkarak saf aklın mümkün olamayacağına dair ürettiği skeptik bakışına çözüm getirmeye çalışır.

Kant, öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı olduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir.

Tüm bu düşünceler arasında med cezir yaşarken daha fazla vakit kaybetmeden zaman makinamı çalıştırıp 1781 yılına ‘Saf Aklın Eleştirisi’ kitabının basıldığı tarihe gidiyorum.

Kendimi tanıtarak üstad ile kahve içerken kitabı hakkında konuşmak istediğimi söylüyorum.

-Kim olduğunu bilmiyorum ancak kitabım hakkında konuşmak istemen hoşuma gitti.

Otur yabancı ne öğrenmek istiyorsan sorabilirsin?

-Üstadım bu kitabı neden yazdın?

-Aslında benim yaklaşımımı felsefede kopernikçi devrim olarak görebilirsin. Kopernik güneşin dünyanın etrafında değil, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü öne sürmüştü. Benim devrimci düşünceme göre ise yaşadığımız ve algıladığımız dünya basitçe bizden bağımsız var olamayıp, daha çok algılayanın zihninin niteliklerine bağlıdır.

Dünyaya pembe gözlüklerle bakarsan her şeyi pembe görürsün. Benden önceki birçok filozof, dünya ile ilgili bilginin çok büyük ölçüde pasif alıcısı olduğunu varsaymıştı.

Ben ise aksine dünyayı algılayanlar olarak her deneyimimize belli özellikler yüklediğimizi öne sürdüm.

Neden ve sonuç, zaman ve uzay, dünyada bulunan ve bizden bağımsız var olan şeyler değil, daha çok algılayan öznenin yaptığı katkıdır. Taktığımız gözlükler tüm deneyimlerimizi renklendirir. Benzeştirmeyi daha ileri götürürsek, bir şekilde gözlükleri çıkarsaydık hiçbir şeyi deneyimleyemezdik.

‘Saf Aklın Eleştirisi’ adının da gösterdiği gibi, tek başımıza akılla gerçekliğin doğasını keşfedebileceğimizi öne süren düşünceye yönelik bir saldırıdır aslında.

Benim verdiğim sonuca göre, bilgi hem duyu deneyimini hem de algılayanın katkıda bulunduğu kavramları gerektirir. Biri olmadan diğeri işe yaramaz.

Özellikle görünüş dünyasının ötesinde neyin bulunduğuna ilişkin metafizik kurmaca, deneyime dayanmadıkça değersizdir.

Saf akıl aşkın bir gerçekliğin nihai doğasını vermez…

-Son olarak aydınlanma hakkın ne düşünüyorsun üstadım?

-Aydınlanma, kişinin kendi aklını kullanma cesaretidir…

Yani kısaca, ‘Sapere aude’ diyebiliriz.