SON DAKİKA
EKONOMİ Salı 16 Mayıs 2023 02:55

SEÇİM SONRASI EKONOMİYİ NELER BEKLİYOR?

Türkiye, tarihi bir süreci atlattı. 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem milletvekili seçimi demokrasinin kuralları doğrultusunda sakin bir ortamda yapıldı. Elbette akıllarda olan soru şu: Peki şimdi ne olacak? Ekonomide yaşanması beklenen gelişmeleri sizler için derledik

Seçim sonrası ekonomiyi neler bekliyor?

Seyfi AKİL

Kur daha ne kadar artacak?

Şimdi olası senaryolardan bahsedelim. Özellikle gündemin en sıcak maddesi kur. O zaman ilk oradan başlayalım. Önce; dolar kurunu etkileyebilecek dış etkenlerden söz edelim. Dolar, geçen yılın Eylül ayında bütün paralara karşı değerinin doruk noktasına çıkmıştı. ABD’nin en önemli dış ticaret ortağı konumundaki 6 ülkenin para birimlerine karşı oluşturulan Dolar Endeksi 114’e kadar yükselmişti. Sonra gerileme başladı. Bugün dolar hala diğer paralara göre daha değerli konumda. Bugünlerde ABD’nin önündeki en ciddi iki konu; bankacılık sektörünün sorunları ve kamu borçlanma limitinin sonuna gelinmiş olması. Eğer bu iki sorun çözülemezse dolar hızla değer kaybedebilir. Tabii böyle gelişmelerin olma olasılığı doğduğunda diğer rezerv paralarla birlikte altın da değer kazanır. 

Piyasalar uygulanacak politikaya odaklandı

Her şeyden önce şunu belirtmekte fayda var yeni kurulacak iktidarın mevcut ekonomi politikalarda nasıl bir değişikliğe gideceği piyasa tarafından yakından izleniyor. Bu gelişmelerle dolar kuru, piyasaların son işlem gününü 19,60 TL'den kapatırken, Kapalıçarşı'da dolar 22,40 seviyesinde işlem gördü. Faizi düşük tutma takıntısının sonucu olarak cari açık yükseldi. Merkez Bankası’nın swap hariç net rezervleri kamu mevduatının ne tarafta sayılacağına bağlı olarak eksi değerlerde. Hangisini kabul edersek edelim yatırımcı açısından çok kötü bir görünüm söz konusu. Kur korumalı mevduat hesabı 100 milyar doları aşmış durumda, Merkez Bankası, döviz üzerinde, dalgalı kur rejiminde olmaması gereken bir baskı uyguluyor, bankaların döviz satışını kısıtlıyor, çünkü döviz sıkıntısı var. Bütçe açığı tarihi rekor kırıyor ve yılın 1,5 trilyon liralık bir açıkla biteceği tahmin ediliyor. İlk çeyrekte büyümenin yüzde 1 – 1,5 arasında bir yerde olması bekleniyor. Bütün bunlar söz konusuyken seçimi kazanmaları halinde iki tarafın da verdiği vaatlerin getireceği yükler, zaten son derecede sıkıntılı olan ekonomik tabloyu daha da, sıkıntılı bir hale sokuyor.

Tüm olasılıklar düşünülüyor

"Pazartesi sabahı dolar kuru ne durumda olacak?" "Bu soruya yanıt seçimi kimin kazanacağına göre değişiyor. Burada birinci derecede öncelikli olan Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Çünkü bu yeni sistemde asıl belirleyici ve karar verici Parlamento veya hükümet değil Cumhurbaşkanıdır.

OLASI İHTİMALLER 

1 - Mevcut yönetimin bugüne kadar uyguladığı yanlış ekonomi politikasını ve yaklaşımları değiştireceğine ilişkin bir görünüm yok

2 - Değişim görüntüsü olsa bile kaybedilen itibarı aynı kişilerin geri getirmesi öyle kolay değil

3 - Kuru tutacak döviz kalmadı

Burada şunu da ifade etmekte fayda var. ‘Burada değişime uğramasını konu alınan kur serbest piyasada oluşan kurdur. Bankaların açıkladığı kur gerçeği yansıtmıyor’ 

Bugün itibarıyla dolar kuru kâğıt üzerinde 19,60 seviyelerinde, gerçek piyasada 22,40 lira. İhracatçı bu kurdan mutlu değil, onlara sorarsanız dolar kuru 23 – 25 lira arasında bir yerde olmalı. İlk bakışta haklı görünüyorlar ama aslında kurun buralara gelme nedeni faizin düşük kalabilmesi için kura yapılan baskıdan kaynaklanıyor. Merkez Bankası, bankaların döviz satışını sürekli kısıtlıyor. Dolar ihtiyacı olanlar, ihtiyacını bankalardan alamayınca serbest piyasadan almaya yöneliyor. İlk bakışta karaborsa gibi görünen bu farklı piyasa aslında gerçek piyasa kurunun oluştuğu yer. Piyasaya müdahale edildiğinde bu tür görünümlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bütçe açığı artabilir

Ekonominin bir başka hassas konusu da elbette bütçe açığı. En son açıklanan veriye göre; Türkiye’nin merkezi yönetim bütçesi Nisanda 132 milyar 471 milyon lira, ocak-nisan döneminde ise 382 milyar 496 milyon lira açık verdi. Elbette bu açıkların içinde çok farklı kalemler var. Ama asıl önemli sorun sürekli ithalat yaparak üreten bir ekonomiye dönüşen Türkiye ekonomisinin bu durumu daha ne kadar sürdürebileceği. Verileri biraz daha derinlemesine analiz ettiğimizde önümüze çıkan tablo şu şekilde: Türkiye'nin merkezi yönetim bütçe gelirleri Nisanda 267 milyar 973 milyon lira, giderleri 400 milyar 444 milyon lira oldu. Buna göre, nisanda bütçe gelirleri, geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 63,3 artarak 267 milyar 973 milyon liraya, bütçe giderleri de yüzde 86,9 artışla 400 milyar 444 milyon liraya ulaştı. Bu süreçten sonra ilk belki de en büyük sorun gelir artırıcı politikaları nasıl hayata geçirileceği. Eğer gelir artıcı maliye politikasına yönlenilmesi ise bu açık her geçen gün daha da artacak. Bu artışların finansmanı ise iki şekilde oluşabilir. İlki dış borç ki burada belirleyici olan unsur ekonomideki sitemden ziyade faiz politikası olacaktır. Bu izlenen politikalarla pek mümkün görünmüyor. Olsa bile piyasadan farklı bir faiz dilimini uygulamak zorunda kalacak ki bu da önce kurda yükselmeye ardında ithalatın pahalılaşmasına ve uzun dönemde enflasyonun artmasıyla sonuçlanacaktır. İkinci durum ise iç borçlanma.  Burada da iç finansmanın kimden karşılanacağı önemlidir. Tasarruf düzeylerinin düşük olduğu bir eko sistemi göz önüne alırsak borçlanmanın yapılacağı kaynak çok önemli. Eğer borçlanma sonucu dağıtılacak gelir alt tabakaya değil de sermaye grupları arasında gerçekleşirse adil gelir dağılımı sağlanamayacağı için gelir adaletsizliği çok belirgin olarak ortaya çıkacaktır.

İthalat- İhracat dengesizliği

Hiç kuşkusuz ki Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından birisi de ithalat ve ihracat arasındaki farkın her geçen gün ithalat lehine değişmesidir. Bu değişimin elbette altında farklı ekonomik gerekçeler var ama en önemlileri söylemek gerekirse; her geçen gün ithalata bağlılık ve kurlarda yaşanan yükselişle birlikte pahalılaşan ithalat. Bu yaşanan olumsuzlukları destekleyebilecek rezerv yetersizliği ve döviz getirisi faaliyetlerin de sınırlı olması yaşanan bu sorunu biraz daha derinleştiriyor. Uygulanan yanlış politikalar ve özellikle enerji ve ham madde ithalatındaki artış Türkiye ekonomisinin bu konuda her geçen gün daha da zor duruma düştüğünün çok açık göstergesi. Nitekim yaşanan küresel olguları da buna eklersek durumun hiç olumlu olmadığı da ortaya çıkıyor. Nitekim bu bilgiler de açıklanan verilerle desteklenmiş durumda şöyle ki; En son açıklanan dış ticaret verisine göre; İhracat nisan ayında yüzde 17,2 düşüşle 19 milyar 315 milyon dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret açığı nisanda yüzde 44 artış gösterdi. Yine 2023 yılı Ocak-nisan dönemindeki verilere bakacak olursak ihracat yüzde 3 azalarak 80 milyar 874 milyon dolar oldu. Geçen ay en çok ihracat yüzde 21,9 azalış ve 9 milyar 685 milyon dolarla "ham madde (ara mallar)" grubunda gerçekleşti. Bu grubu yüzde 13,7 azalış ve 6 milyar 896 milyon dolarla "tüketim malları", yüzde 8,5 azalış ve 2 milyar 417 milyon dolarla "yatırım (sermaye) malları" takip etti. Sektörlere göre ithalat payı incelendiğinde ortaya çıkan tablo şu şekilde: Yüzde 80 ile imalat sanayisi (22 milyar 524 milyon dolar), yüzde 11,1 ile madencilik ve taş ocakçılığı (3 milyar 136 milyon dolar), yüzde 5,6 ile tarım, ormancılık ve balıkçılık (1 milyar 578 milyon dolar) olarak belirlendi. 

Şu durumda önümüzdeki süreçte bu alanda izlenebilecek en mantıklı yol ihracatı artıracak politikalara yönelmektir. Bir başka uygulanması gereken  politika da , emek yoğun sektör yerine teknoloji yoğun ve sermaye mallarına yönelen katma değer yaratan bir endüstri kurmak gerekliliğidir.

İşsizlik hala ciddi sorun

İşsizlik, ülkelerin sosyo-ekonomik durumlarına göre farklılık gösterse de çoğu ülkenin önemli sorunlarından bir tanesini oluşturmaktadır. Bu sorunun hafifletilmesi hatta mümkünse ortadan kaldırılması, en büyük amaçlardan bir tanesidir. Çünkü birçok sorunun kaynağı ve destekleyicisi, işsizliktir. Standart tanımlara göre işsizlik, genel olarak piyasadaki ücret düzeyinde çalışma istek ve gücünde olup iş arandığı halde iş bulunamaması durumu olarak kabul edilmektedir (Ünsal, 2000: 14). Herhangi bir kişinin işsiz sayılabilmesi için bir işte çalışmıyor olması, iş arıyor olması ve cari ücret düzeyinde kendisine bir iş teklif edildiğinde bu teklifi kabul edecek olması gerekmektedir. İşsizlik oranı ise ekonomideki işsiz sayısının, işgücü sayısına oranlanması ile elde edilmektedir. Neo-liberal iktisadin tezlerine dayalı egemen görüşe göre işsizliğin nedeni, işgücü maliyetleri (ücret+vergiler) ile işten çıkarma maliyetlerinin yüksekliği, emek piyasası katılıkları, yasalar ve güçlü sendikalardır. Neo-liberal tezin karşısında, işsizliğin nedenleri ile ilgili olarak, işsizliğin büyüme ile bağlantısına dikkat çeken üç alternatif açıklamadan söz edilebilir. Açıklamalardan bir tanesi, Keynes’çi iktisadin tezlerine dayanmaktadır. Buna göre, ücretlerin milli gelir içindeki payında yaşanan gerileme ile azalan tüketim talebinin, yatırım ve büyümeyi yavaşlattığı böylece işsizliğin aslında yüksek ücretlerden değil düşük ücretlerden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Marksist iktisadın tezleri doğrultusunda yapılan ikinci açıklama, kapitalizm içinde tam istihdam olanağının bulunmadığı şeklindedir. Çünkü tam istihdam güçlü işçiler anlamına gelir ve güçlü işçiler, kar oranlarının ve ardından büyümenin düşmesine yol açarak dönemsel krizlere ve artan işsizlik oranlarına neden olacaktır. Alternatif üçüncü açıklamada ise işsizliğin nedenleri, küreselleşmenin etkilerine bağlanmaktadır. Küreselleşme, firmalar üzerinde rekabet baskılarını artırmakta ve büyümenin istihdam yaratıcı etkisini düşürmektedir. Son yıllarda, büyümenin istihdam yaratıcı etkisinin azaldığı yönünde artan oranda bulgu ortaya çıkmaktadır. İstihdam yaratmayan büyüme sorununun, genel olarak ekonomideki yapısal sorunlara ve işgücü talebinden kaynaklanan faktörlere bağlı olduğu söylenebilir. Sorunu derinleştiren bir başka faktör de ülkemizdeki demografi dinamiğidir. Çünkü emek arzı, demografik faktörlerin bir fonksiyonudur. Bu itibarla, Türkiye’de işsizlik nedenleri ile ilgili belli başlı çalışmaları, öncelikle, yapısal sorunlardan ve işgücü maliyetinden kaynaklanan faktörleri araştıran daha sonra istihdamın ekonomik büyüme ile ilişkisini araştıran çalışmalar şeklinde özetlemek mümkündür. 

Türkiye’de işsizliğin sebebi

Türk işgücü piyasasının dikkat çeken özelliklerinden diğeri, kırsaldan kentlere göç sürecinin eğitimsiz bir kent nüfusunun artmasına yol açarak sektörler arası geçişin nitelikli değişim yaratmamasıdır. Türk işgücü piyasasının bir özelliği, işgücüne katılım açısından kadınların konumudur. Kadınların işgücüne katılım oranı, işgücü piyasasında köklü bir sorunu yansıtmakta ve sanayileşmiş ülkeler ile Türkiye arasında en önemli farklılıklardan bir tanesini oluşturmaktadır. Katılım oranını ölçen araştırmalar, Türkiye’deki katılım oranının kadınlarda oldukça düşük olduğunu göstermektedir.